Afet Zamanında Çalışan Psikolojisi | 2. Oturum: Özge Koca

Esenlik… 

Ne güzel bir kelime. Ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı anlamına geliyor. 

Ne kişilerde ne de kurumlarda var şu aralar. İyi değiliz çünkü. 

Pandemisiydi, savaşıydı, hayat pahalılığıydı zaten yorgunduk. Tam bir soluklanalım derken deprem vurdu hepimizi, tüm ülkeyi… 

Hayat alabildiğine olumsuz duygularla sarıyor insanın etrafını.  

Korkuyor haliyle insan. Korku zihni paralize ediyor, donduruyor insanı.  

Öfkeleniyoruz elbette. Öfke bizi saldırganlaştırıyor, hıncımızı kimden çıkarsak diye aranıyoruz. 

Hüzünleniyoruz tabi ki. Hüzün bizi uzaklaştırıyor diğerlerinden. Yalnızlaştırıyor.  

Halbuki bizim verimli ve üretken olmaya, başarma motivasyonuyla dolup taşmaya, çalışmadan duramamaya en çok şimdi ihtiyacımız var. Çünkü onaracak çok şehrimiz, iyileştirecek çok yaramız var. 

Bu sebeple dün akşam Türkiye Çalışan Deneyimi Topluluğu olarak psikolog dostlarımızla yürüttüğümüz Afet Zamanında Çalışan Psikolojisi webinar serimizin ikinci oturumunda kariyerinin büyük kısmında kurumlarda mutluluk ve esenlik çalışmış bir uzmanla, Psikolog dostum sevgili Özge Koca ile bir araya geldik. 

Özge’ye göre bütün bu olumsuzluklara rağmen hepimiz için bir çıkış yolu var.  

O çıkış yolunun adı umut… 

Hepimize umut verecek o güzel yolun adı da şefkatli yaklaşım. 

Şefkatli olmak ne demek peki?  

Oturum uzmanlarımızdan Klinik Psikolog Cafer Çataloluk bu noktada şefkatin diğerlerine gösterilen bir lütuf gibi sunulmaması, bu masum, samimi, merhametli ve “kendiliğinden” olan duygunun kibirden arındırılması gerektiğine vurgu yapıyor.  

Bir başka uzmanımız Klinik Psikolog Aslı Taş Kayabaş şefkatin en çok samimi olmakla, karşımızdaki kişiyi önemsemekle, dinlemekle, o anda, o kişiyle kalabilmekle, kişiye eşlik edebilmekle mümkün olduğu ifade ediyor. 

Bir başka Psikolog uzmanımız Ezgi Kadıoğlu Yangın, insan olarak en büyük ihtiyacımızı “Gör beni, duy beni, sev beni” diye özetliyor.  

İnsan bu zor zamanda yaralarıyla, duygularıyla, hisleriyle görülmek, duyulmak, fark edilmek istiyor.  

Peki bu çetin zamanlarda kurumlar nasıl şefkatli ya da daha doğrusu şefkatle yaklaşacak çalışanlarına? 

Olağan zamanlarda yazılan katı süreçler, kural ve kaideleri içinden geçtiğimiz gibi olağandışı zamanlarda çalışana dayatmadan, eşitlikçi değil hakkaniyetli bir yaklaşımla, her kişiyi, her durumu kendi içinde değerlendirerek diyor Özge.  

Çok değil, 3-4 ay sonra performans süreci yarı yıl görüşmeleri başlayacak mesela. Yıl sonu yarın demeden geliverecek. O zaman da yetenek yönetimi süreçleri, terfiler, atamalar, maaş artışları konuşulacak. 

Kurum liderlerinin pandemiden bu yana yaşanılan rekor seviye yetenek kıtlığı ve personel devir oranı artışı sebebiyle eksilen iş gücüne rağmen mevcut çalışanı tüketmek yakıp bitirmek pahasına hedefleri daha da agresifleştirmemesi gerekiyor mesela.  

Hatta mümkünse 6 Şubat öncesi yazılan hedefleri oturup gözden geçirmek, bu gündeme göre revize etmek gerekiyor. 

Bu yıl belki de çalışanların da kurumların da başarılarına, neler yapıp ettiğine göre değil de değerlerini ne kadar yaşatabildiğine, karakterine, davranışlarına göre değerlendirilmesi için hepimiz adına doğru bir fırsat.  

Bu güzel sohbetin gerisine buradan ulaşabilirsiniz. 

Herkese esenlik dolu bir hafta diliyorum.